Tuesday, August 22, 2006

Kimlik Kavramı, Etnik Kimlik, Ulus-Devletleşme Sürecinde Meydana Gelen Sorunlar

1.KİMLİK KAVRAMI,ETNİKLİK VE ETNİK KİMLİK


KİMLİK KAVRAMI VE KİMLİĞİN ÖZELLİKLERİ

Kimlik kavramı yalnızca Türkiye’de değil, aynı zamanda dünyada da geçmişi çok eskiye dayanmayan bir kavramdır. 1940’lardan sonra psikoloji ve sosyal psikolojinin kapsamında ele alınmış, 1980’lerden itibaren ise kimlik oluşumunda bireyin kendisinden çok toplumun etkili olduğunun fark edilmesiyle birlikte daha çok sosyoloji, sosyal antropoloji ve siyaset kapsamında incelenmeye başlanmıştır. Bu yazıda öncelikle kimlik kavramı sosyolojik ve sosyal antropolojik açıdan incelemeye, bu kapsamda etniklik ve etnik kimlik kavramlarına değinmeye, daha sonra ise kimliğin siyaset öznesi haline gelmeye başlamasıyla birlikte ulus-devletleşme sürecinde ortaya çıkan sorunları psikolojik ve ekonomik açılardan ele almaya çalışacağız.
Her şeyden önce kimlik, insana özgü bir kavramdır. Kimliği oluşturan iki bileşen vardır. Bunlardan birincisi tanınma ve tanımlama, ikincisi ise aidiyettir. Tanınma ve tanımlama bireyin toplum içerisinde, toplum tarafından nasıl tanındığı ve kendisini nasıl tanımladığıdır. Bunu aracı ise dil ve kültürdür. Aidiyet ise bireyin kendini herhangi bir toplumsal gruba dahil hissetmesiyle kendini gösterir. Burada önemli olan nokta şudur; her ne kadar toplum bireyi belli bir kimlikle tanımlıyorsa da, birey kendini söz konusun kimliği oluşturan topluluğa dahil hissetmiyorsa, o kimliğe sahip olduğu söylenemez. (Aydın 1999:12)

Kimlik oluşumu sürecinde toplum bireyin önüne birçok kimlik seçeneği sunar. Birey bu seçeneklerden bazılarını kendi istek ve iradesiyle seçip benimser. Bu noktada birey her ne kadar kimlik seçiminde özgür gibi görünse de, seçimi esnasında içinde yaşadığı toplumun değer yargılarından bağımsız kararlarda bulunamaz; zira bireydeki değerlendirme süzgecini oluşturan yine bireyin içinde yaşadığı toplumdur.

Bir birey ya da toplumsal grubun tek bir kimliği yoktur. Örneğin, bir insan aynı anda hem Türk, hem Alevi, hem de kadın kimliğine sahip olabilir. İnsanın sahip olduğu bu
kimlikler arasında, dış koşullara da bağlı olarak, belli bir hiyerarşi vardır. Buna göre dış
etkenlere bağlı olarak bu kimliklerden biri ya da birkaçı ön plana çıkabilir. Amin Maalouf kimliğin bu özelliğini, Saraybosna’da yaşayan, elli yaşlarındaki herhangi bir adamı ele alarak şöyle örneklendirmiştir:

“1980’e gelirken, bu adam şöyle derdi: ‘Ben Yugoslav’ım!’, gururla ve gönül koymadan; daha yakından sorular sorulduğundaysa Bosna-Hersek Özerk Cumhuriyeti’nde yaşadığını ve bu arada Müslüman geleneği olan bir aileden geldiğini belirtirdi.

On iki yıl sonra, savaşın en şiddetli günlerinde aynı adam hiç duraksamadan ve bastırarak şöyle cevap verirdi: ‘Ben Müslüman’ım!’ Hatta belki de şeriat kurallarına uygun bir sakal bırakmış bile olurdu. Hemen arkasından Boşnak olduğunu ve bir zamanlar gururla Yugoslav olduğunu vurguladığının kendisine hatırlatılmasından hiç hoşlanmadığını da eklerdi.

Bugünse adamımızı sokakta çevirsek önce Boşnak, sonra Müslüman olduğunu söyleyecektir; düzenli olarak camiye gittiğini de belirtecektir; ama ülkesinin Avrupa’nın bir parçası olduğunu ve birgün Avrupa Birliği’ne katılmasını umut ettiğini söylemeden geçemeyecektir.” (Maalouf 2004:17)

Aynı durumu kendi ülkemiz için düşünürsek; Kurtuluş Savaşı sırasında işgalci devletlerin Hıristiyan olması sebebiyle ön plana çıkan ‘Müslümanlık’ duygusu, cumhuriyetin ilanından sonra ulus-devletleşme politikaları ve laiklik kavramının toplumda yerleştirilmeye çalışılmasıyla yerini toplumun çoğunluğunda ‘Türklük’ bilincine bırakmıştır. Günümüzde ise etnik kimliklerin ön plana çıkmasıyla birlikte, ‘Türk mü, Türkiyeli mi?’ sorusu tartışılır olmuştur.


ETNİKLİK KAVRAMI VE ETNİK KİMLİK

Etniklik genel anlamıyla bir sosyal grubun ırk, dil veya milli kimliğidir. Köken olarak Yunanca ethnos kelimesinden gelmekle beraber, Yunanca’da bu sözcük siyasi bir birliği değil, kabile ya da ırk gibi beşeri bir birliği ifade etmektedir.

Alman ulus anlayışı dayandığı esaslar itibariyle ‘etniklik’ kavramına doğru bir açılım sağlamaktadır. Buna göre: “Kendi ulusal varlığını bir ‘soy’la, bu soya ait bir ‘dil’le ve o soyun geçmişin karanlık devirlerinden bugüne gelen bozulmamış, bütünlük ve süreklilik arz eden tarihiyle tanımlayan Alman geleneği, kültüre bitişik bir etniklik kavramını kuşatır. Buna göre etniklik, tıpkı ulus gibi doğal, kendiliğinden ve değişmez bir olgudur,bu anlamada ulusun nüsvesidir. Siyasal birliğine eriştiği noktada ise ulus olacaktır.”(Aydın 1999:53) Buna göre etnikliğin doğallığı vurgulanmış, etniklik ulus olabilmenin ön koşulu sayılmıştır.

Etnik kimlik ise; bir toplumda yaygın olan kültür unsurlarından farklı özellikler taşımasıyla ortaya çıkan bir kültürel kimlik türüdür. Toplumda milli kültüre olan bağlılığın azalması, bireyleri farklı kimlik arayışlarına iter. Kendinde toplumun genelinden farklı özellikler gören bireyler, benzerleriyle yakınlaşarak etnik grupları meydana getirirler. Bu durum, toplum içerisinde “Biz” ve “Ötekiler” ayrımını oluşturur.

Etnik kimliğin bünyesinde barındırdığı özellikler, yani etnikliğin ölçütleri birden çoktur. Genellikle ‘soy’, ‘kandaşlık’, ‘ortak dil’ gibi ölçütlere bağlanır; ancak bu özelliklerin bir ya da birkaçını içerebilir. Ya da aynı dili konuşan insanların tümü aynı etnik kimlikle nitelendirilemeyebilir. Mesela Suriye’de yaşayan Araplar, Irak’ta yaşayan Araplarla aynı dili konuşmalarına rağmen, aynı etnik kimlik altında birleştirilemezler.

Diğer bir önemli nokta ise, etnikliğe karşı ‘etik’ ve ‘emik’ yaklaşımlardır. Grubun kendini içerden algılayışı anlamına gelen emik yön, başkalarının aynı gruba dair kanıları, yani etik yönle uyuşmazsa; etnik kimliğin tanımlanmasında sorunlar ortaya çıkar. Örneğin Kürt kökenli olduğu bilinen birisi kendini Kürt olarak görmüyor, dahası kendini Kürt toplumuna ait hissetmiyorsa, o bireyin Kürt kimliği taşıdığı söylenemez. Kısacası kimliğin bileşenleri olan aidiyet ile tanınma ve tanımlama (öz tanımlama) birbiriyle örtüşmelidir.



2. ULUS-DEVLETLEŞME SÜRECİ, KİMLİK KAVRAMININ SİYASET KAPSAMINDA İNCELENMESİ VE ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR


TÜRKİYE’DE ULUS-DEVLETLEŞME SÜRECİ

Daha önce de söylendiği gibi, kimlik kavramının siyaset kapsamında incelenip tartışılması 1980’lerden sonradır. Bu tarihten sonra artık kimlik üzerinden siyaset yapılmaya başlanmış, kimlik siyasetin öznesi haline gelmiştir. O güne kadar ‘tek bir ortak kimlik’ şiarıyla ulus-devletleşme sürecine hizmet etmiş olan siyasi partiler, artık farklı kimliklerin varlığını kabul etmeye başlamış ve bu farklılıkları kullanarak kitleleri peşinden sürüklemeye çalışmıştır.

Cumhuriyet’in kurulduğu ilk günden, hatta daha da geriye gidersek, Tanzimat’tan beri ülkemizde süren ve hala sürmekte olan değişim süreci kültürel kimliğimizde sürekli açıklar yaratmış, değişimin yarattığı bu boşluklar ‘suni,ortak tek bir kimlik’ ile kapatılmaya çalışılmıştır. 20.yy başından beri yaratılmaya çalışılan ‘modern devlet’ anlayışı gereği ulus-devletleşme süreci içine girilmiş, bu kapsamda toplumda ‘Türklük’ bilinci oluşturulmaya çalışılmıştır. Aynı amaç doğrultusunda yıllarca gerek etnik gerekse dini hiçbir farklı oluşum siyasiler tarafından kabul görmemiş, yeri geldikçe yok sayılmış, yeri geldikçe de toplum içerisinde ikincilleştirilerek eritilmeye çalışılmıştır. Peki neydi bu yaratılmaya çalışılan ‘ulusal kimlik’in özellikleri? Suavi Aydın bunları 5 başlık altında topluyor: “1-Osmanlı’nın reddi 2-İslam kaynaklı her türlü hareket ve düşüncenin reddi 3-Misak-ı Milli sınırları 4-Atatürk’ün mitossal varlığı(*) 5-Atatürk milliyetçiliği”(Aydın 1999:16)


ETNİK KİMLİKLERİN ÖN PLANA ÇIKMASINDAKİ PSİKOLOJİK VE EKONOMİK ETKENLER

Neredeyse bir asırdır süren bu ulus-devletleşme çabası tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ‘postmodern küreselleşme’den nasibini almıştır. Kimlik kavramı ulusal sınırlardan çıkıp ‘dil grubu, etniklik’ gibi özelliklere göre bölünüp çoğalmış, böylece siyasetin denetiminden çıkmıştır. Bu noktada ortaya çıkan sorunlar ise, kendini toplum içerisinde farklı addeden etnik grupların ortaya çıkardığı mikro-milliyetçilikler, daha da önemlisi bağımsızlık için mücadele etme, şeklinde kendini göstermeye başlamıştır. Aslında ismine bakıldığında ‘enternasyonalist’ olması gerektiği tahmin edilen küreselleşme kavramı, aksine tüm dünyada etnik bilinçleri uyandırmış, bireydeki aidiyet duygusunu ‘ulus’tan ‘etnisite’ye kaydırmıştır. Bunun sebebi şüphesiz günümüzde kullanıldığı anlamıyla küreselleşmenin kültürel değil ekonomik bir hareket, daha doğrusu bir ‘yaptırım’ olmasıdır. Kapitalizmin etnik grupların ‘grup narsizmi’ni besleyip okşaması da kendi çıkarları doğrultusunda bu gruplara kendi kültürlerini ‘pazarlamasını’ kolaylaştırmaktadır. Öyle görünüyor ki; etnik kimliklerin ön plana çıkmasındaki en önemli psikolojik etkenlerden birisi ‘grup narsizmi’dir. Fromm’a göre: “Ekonomik ve kültürel açıdan yoksul olanlar için tek doyum kaynağı,gruba ait olmadan kaynaklanan narsistik gururdur.”(Fromm 1997:86) Kapitalizm bu zayıf noktayı görmüş ve kullanmıştır. Fromm ayrıca grup narsizmini ensest saplantısıyla bağdaştırmış, bireyi ele alarak, annesine karşı güçlü bir bağ duyan kişinin bu ensest bağını topluma uyarlayarak; tıpkı
annesini gözünde mükemmelleştirmesi gibi toplumunu, ait olduğu grubu da mükemmeleştirip olağanüstüleştirdiğini saptamış, yani grup narsizmini bireyden topluma ulaşarak açıklamıştır.

Ulus-devlet anlayışını destekleyen modern devlet anlayışına karşı farklı kimliklerin bir arada yaşayabileceğini savunan post-modern devlet anlayışı, etnik gruplara kendi kültürlerini pazarlayan ve bunu sağlamak için de onların narsistik bilincini okşayan kapitalizm, toplumu bugünkü haline getirmiştir. Bu durum toplumların kültürlerinin devamlılığı için büyük tehlike arz etmektedir. Çünkü kapitalizm; örneğin, el sanatlarını ‘sanat’ olmaktan çıkarmış, seri üretimle onun hem içini boşaltarak anlamını yok etmiş hem de ilerlemesinin önüne set çekmiştir. Artık üretim ‘üretim’ olmaktan çıkmış, içinde yaşadığımız kültür de poplaştırılarak toplumun ‘tüketimine’ sunulmuştur. Böylece toplumlar kendi kimliklerini ‘yiyerek’ yok etmeye başlamışlardır.


KİTLE-İLETİŞİM ‘SİLAHLARININ’ ETKİSİ

Şüphesiz bu tüketimde kitle iletişim araçlarının katkısı yadsınamaz. Kimlik olgusunun etnik yönünü de dahil olmak üzere daha genel anlamıyla ele alırsak; kitle iletişim araçlarının bireyleri tektipleştirip kimliksizleştirdiğini görebiliriz: “20.yy’da gelişen kitle iletişim araçları uzak mesafeleri yakınlaştırıp kültürel etkileşimi kolaylaştırarak toplumsal yapıları dönüşüme uğratmış ve bu bağlamda kimlik olgusunun sahip olduğu referanslar dayanaklarını yitirmiştir. Günümüzde her eve giren, iş yerlerine kadar yaşamda her alana sızan, her türlü boş zaman faaliyetinde yeri olan kitle iletişim araçları, düşünce ve kanaatleri yöneterek tek biçimli kılmakta ve bireysel zihinleri kitle zihnine dönüştürmede başlıca etkendir.”(İmançer 2004:223) Şüphesiz bu ‘düşünce ve kanaatleri yönetme’ işlevi bazı çıkarlara hizmet etmektedir. “(…) Çünkü, bilgi bu araçlar vasıtasıyla kasıtlı olarak bazı amaçlar doğrultusunda şekillendirilmektedir. Bir başka deyişle siyasi ve iktisadi odaklar bilgiyi belirlemektedirler. Muhtelif bilgi yayılış kanalları kontrol edilerek bir yandan mevcut kültür ve kimlik özellikleri ortadan kaldırılmakta, diğer yandan meydana gelen boşluk yukarıda sözü edilen odakların amaçlarına uygun olarak doldurulmaktadır. Kültürel kaynaklarla olan ilişkiler koparılarak kültürsüzleştirilen ve kimliksizleştirilen kesimler, popüler kültür, kültürel çoğulculu gibi kavramlar çerçevesine yabancılaştırılmaktadırlar.” Görüldüğü gibi mevcut kimlik özellikleri kasıtlı olarak ortadan kaldırılmakta, onun yerine ‘istenilen insan tipi’ oluşturulmakta ve ona uygun kimlik yine kimliği yok eden unsurlar tarafından yaratılmaktadır.



SONUÇ

Görüldüğü gibi kimlik kavramı psikolojiden sosyolojiye, antropolojiden siyaseye kadar bir çok alanda incelenip yorumlanmış, ancak günümüzde daha çok siyasi ve ekonomik odaklar tarafından yine bu odakların çıkarları doğrultusunda ‘kullanılması’ sebebiyle birçok sorunu beraberinde getirmiştir. Bir yandan ulus-devletleşme çabası sonucu ortak bir üst kimlik yaratmaya çalışma ile diğer yandan günümüzde ivme kazanan etnosentrik ve mikro-milliyetçi akımların çatışmasına tanık oluyoruz. Bir de kapitalizmin önce milliyetçi duygularımızı kabartıp, sonra da ‘kültür’ diye metelaştırıp elimize verdiği otantik motiflerle bezeli eşarplarımız, modern şalvarlarımız, her şarkıya uyumlu dönen semazenlerimiz var tabi…

Gün geçtikçe tekelelleşen ve daha da güçlenen kitle iletişim araçlarının, içine biraz da “bizden” bir şeyler katıp poplaştırarak elimize verdiği kimliği bünyemiz çok kolay benimsiyor. Bu da ulus olarak farklılaşmak adına “bizi” kendi içimizde birbirimize daha çok benzetip aynı kalıptan çıkmış insanlar haline getiriyor gibi.

Ne olacak peki? Ne yapmak gerek? Kimlik kavramını siyasetin ve ekonominin odağından alıp bağımsız bir noktaya yerleştirmedikçe, maalesef bu sorunlar pek de aşılabilecekmiş gibi görünmüyor.




KAYNAKÇA

1- Aydın, Suavi (1999) Kimlik Sorunu, Ulusallık ve Türk Kimliği, Öteki yayınları, Ankara
2- M.Cüneyt Birkök; Bilgi Sosyolojisi Işığında Kimlik Sorunu; http://www.insanbilimleri.com/kitaplar/bskimlik/bb.htm
3-Fromm, Erich (1997) Sevgi ve Şiddetin Kaynağı, Öteki Yayınları, Ankara
4-İmançer, Dilek (2004) Çağdaş Kimliğin Yapılanma Yapılanma Süreci ve Televizyon; Doğu-Batı(Kimlikler), Ankara
5-Maalouf, Amin (2004) Ölümcül Kimlikler; Yapı Kredi Yayınları, İstanbul

3 comments:

Unknown said...

kimlik kavramı etnik kimlik ulus devletleşme sürecinde meydana gelen sorunlar yazısı size mi ait?ödevim için alıntı yapıcam da bi kısmını kaynak belirtmem lazım.kaynağı ne olarak yazıyım?

Unknown said...

kimlik kavramı etnik kimlik ulus devletleşme sürecinde meydana gelen sorunlar yazısı size mi ait?ödevim için alıntı yapıcam da bi kısmını kaynak belirtmem lazım.kaynağı ne olarak yazıyım?

sedef said...

Evet yazı benim, 2006 yılında Halkbilimi dergisinde yayınlanmıştı. Künyesi ise şu:
Süner S.(2006), "Kimlik Kavramı, Etnik Kimlik, Ulus-Devletleşme Sürecinde Meydana Gelen Sorunlar", Halkbilimi dergisi, sayı 20, Ankara: Elma.

Kaynak belirttiğiniz sürece yazıyı istediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Başarılar.